|
| Ölüm Soğukluğu | |
|
+2Issa Philippe Destiny Autumn 6 posters | Yazar | Mesaj |
---|
Destiny Autumn Katil & Striptizci
Mesaj Sayısı : 30 Kayıt tarihi : 30/10/09
| Konu: Ölüm Soğukluğu C.tesi Ara. 19, 2009 7:24 pm | |
| İçerisi oldukça sıcaktı ama az sonra buz gibi bir hava kaplayacaktı. Ölümün soğukluğu… Autumn’un yaşam kaynağı; ölüm. Artık korkmuyordu eskisi kadar bundan. Sadece heyecanını hissediyordu ölümün. Kanın akışındaki heyecan ve sonrasında yakalanma korkusu. Cinayetin hemen ardından bir yerlere saklanıp saatlerce hatta bütün bir gün çıkmadan karanlıkta korkuyu hissetmekti onun yaşama olan bağlılığı. Hayatta tutunacak bir şeyiniz yoksa bir şekilde ölüme sarılmak gerekirdi Autumn’a göre. Ya ölmeli ya öldürmeli… Ama Autumn hayata yenilmemeliydi. Ölmek hayata karşı gelememek, onun kazanmasına izin vermekti. Bunun olmaması için öldürmesi gerektiğine inandığı hastalıklı bir düşüncesi vardı. Ve gidebildiği yere kadar gidecekti bu şekilde.
Nefret dolu gözler ve keyifli bir gülümsemeyle kızı izliyordu. Helen Stewart; tiyatro bölümü öğrencisi. Önemli bir oyunda rol aldığı için çok sıkı çalışıyor. Şimdi de çalışma için hazırlanıyor. Autumn, Helen’i çok iyi tanımıyordu. Sadece onu ilk gördüğü andan beri sevmiyordu ve ona zarar vermeyi aklına koymuştu. Ama Autumn ilk gördüğü kişiyi öldürmezdi. Hatta kolay kolay kimseyi öldürmezdi. Yalnızca sürekli tetikteydi. İnsanları izliyor ve sonunda karar verdiğinde bir plan kuruyordu. Başarılı bir katil sayılabilirdi. Ara sıra yer değiştiriyordu ve hiç tanımadığı ve hatta hiçbir şekilde bağlantısı olmadığı insanları seçiyordu. İyi saklanmayı da beceriyordu ama bu kolay bir iş değildi. Yakalanmaktan delicesine korktuğunu kendisine bile itiraf edemese de bu çok açıktı. Şimdi içinde bir mutluluk olsa da cinayetten sonra neler olacağını biliyordu. Kendisini sakinleştirdi ve son defa etrafı kontrol etti. Helen’in işi bitmek üzereydi. Harekete geçmesi için az vakti kalmıştı. Eşyalarını toplamak için kabine girdiğinde eldivenlerini giyip sessizce arkasından gitti. Elindeki atkıyı kızın boynuna doladı. Önce çenesinin kapatılması gerekiyordu. Hiçbir katil kurbanının çığlıklar atıp yardım çağırmasını istemezdi elbette. Helen kendisini kurtarmak için çırpınırken, Autumn ayağına bir tekme savurup düşmesini sağladı.
Kız başını çarpmış olmalıydı ki alnındaki bir yaradan kanlar sızıyordu. “ Lanet olsun! ” Autumn böyle planlanmayan ayrıntılardan nefret ederdi. Ama kız hala ölmüş değildi. Yani işi bitmemişti. Cebinden küçük bıçağını çıkardı ve keskin bıçağı kızın bileklerine sürdü. Birbirine simetrik iki yarık oluştu ve kıpkırmızı kan özgürlüğüne kavuşup akmaya başladı. Autumn eğilip dudaklarını kızın bileklerinde gezdirdi. Kanın tadı, kokusu onu kendisinden geçiriyordu. Tam o sırada kapının açıldığını duydu. “ Kimse var mı? ” Autumn nefesini tutup beklemeye başladı. Bu da nereden çıkmıştı ki! Neyse ki ses gelmeyince gelen kişi kapıyı kapatıp gitti. İşini hızlandırması gerekiyordu. Bu olay onda stres yaratmıştı. Hızla kızın boynuna yöneldi. Şah damarının olduğu yere de derin bir kesik atıp biraz önce kızı boğduğu beyaz atkıyı tekrar kanlı boynuna doladı. Beyaz atkı kırmızıya dönerken bıçağını poşete yerleştirdi ve eldivenlerini de çıkarıp çantasına attı. Mümkün olduğunca sessiz ve hızlı bir şekilde kapıya yaklaştı. Çevreye göz attıktan sonra hemen tuvaletlere yöneldi. Elleri titremeye ve midesi bulanmaya başlamıştı. | |
| | | Issa Philippe Konservatuar Öğrencisi~Tiyatro Bölümü
Mesaj Sayısı : 57 Kayıt tarihi : 17/09/09
| Konu: Geri: Ölüm Soğukluğu Paz Ara. 20, 2009 6:37 pm | |
| Üniversitenin bahçesinde hızlı adımlarla oyunun provasının yapılacağı alana doğru yürüyordu Issa. Fazla uzun sayılmayan ama düzgün bir fiziğe sahip, yüzünün etrafını dalga dalga saran kahverengiye çalan saçları ve yosun yeşili gözleri vardı kızın. Konservatuar birinci sınıf öğrencisi olmasına rağmen sanat geçmişine dayanarak dönemin en önemli oyunlarından birinde önemli rollerden birindeydi.
Oyundan ve Issa'nın rolünden biraz daha bahsedecek olursak, iki kızın bir erkeğin aşkı için birbirlerine karşı girdikleri bir mücadeleden bahseden bir müzikaldi. Gelin görün ki bu iki kız erkeğin aşkı için savaşırken erkekse bambaşka bir kıza aşıktı, bilinen bütün aşk hikayelerinin aksine mutlu bitmiyordu bu oyun. Büyük yıkımlar, ölümler görüyordunuz tiyatro sahnesinde. Kazandığını sananlar kazanamıyor, umutların, inançların, hayatların bir bir sönüşünü görüyordunuz. Aslında her yönden hayatın kendisini anlatan bir oyundu, sergileyecekleri. Çellosunu omzundan indirip büyükçe bir ağacın altındaki banka koydu cebinden şirin sayılabilecek ufak bir cep telefonu çıkarıp ikizine mesaj attı. İkizi, Isis, oyundaki diğer kızlardan birisi de oydu.
' Oyunun müziklerine çalışacağım, erken gidiyorum. Dersin bitince sende gel provaya henüz iki saat var ama Helen'de gelecek, üçlü bir çalışma yaparız. Öptüm.'
Telefonu cebine koyup, adımlarını hızlandırdı. Birkaç dakika içinde boş tiyatro salonuna varmıştı. Son günlerde bu salonu en çok kullananlar kendi grupları olduğundan sahne dün bıraktıkları şekliyle duruyordu. İnce bileğine taktığını parlak saate baktı, Helen anlaştıkları gibi gelirse yarım saat içinde burada olacaktı. Boş beklemektense sahnede kendisi için ayrılmış küçük tabureye oturup çellosunu bacaklarının arasına aldı. Profesyonel çellist olsa da hala heyecanı yüzünden bir yerlerde yanlış yapacağı düşüncesiyle sürekli çalışıyordu. Biraz mükemmelliyetçiydi Issa. Bu yüzdende çalışkandı, işte bu yüzden hayatta çok şey kazanmıştı. Okulda Issa ve Isis'in bu oyuna seçilmesinde annelerinin ve babalarının maddi durumunun çok yardımcı olduğu gibi bir dedikodu dolanıyordu. İşte bu yüzden Issa o gece, oyun sergilenirken sahnede mükemmel olmak istiyordu. En iyiyi, en güzeli başarmak istiyordu.
Bir saate yakın bir süre salon Issa'nın duygularının yankıları ile doldu. Çalmaya başladığında her şeyi unutuyordu. Yine öyle olmuştu ne çoktan gelmiş olan ikizini farketmişti - ki ikizi de incelik yapıp çalışmasını bölmemişti- ne de dakikalar öncesinden gelmesi gereken Helen'in yokluğunu. Sadece notalar, kendisi ve hayalleri vardı o dakikalarda yanında. Hayata döndüğünde diyelim ikizini fark etti. Yüzünü görmeden başka birisinin varlığını hissetmişti ilk olarak bu yüzden; " Ah Helen Isis' de gelecek son perdeyi çalışırız diye düşünüyordum ben, sen ne dersin?" gelen kıkırdama ile gelenin Helen olmadığını anladı. Saatine baktı, birilerinin bir yerlere geç kalmasından hoşlanmazdı. " İkiz, teknik olarak senden önce Helen'in gelmesi lazımdı. Geç kaldı, sorumsuz kız." oyunda erkeğin kalbini çalan kız olmak istemişti Issa ama rolü onlardan bir sınıf büyük olduğu için Helen almıştı. Bu yüzden her ne kadar Helen'i sevse de içindeki kıskançlığı engelleyemiyordu Issa. " Helen mi sanırım kabinlerin orada. Bir hareketlilik vardı ama gidip bakmadım. Gelir elbet."
" Bilmiyorum aslında Helen sonuçta bu ciddiye alıyordu oyunu geç kalacağını sanmam bir bakalım şuna." çellosunu oturduğu yere dayarken kabinlere doğru hamle yapmış Isis'in arkasından yürümeye başladı. Biraz sonra görecekleri manzaradan haberleri olsa böyle gülerek mi giderlerdi oraya emin değilim ama Helen'in yerde yatan cansız bedenini görünce ikisinin de attığı çığlık büyük ihtimalle gitmeyeceklerinin kanıtıydı. " Aman Tanrım! Ulu İsa adına Isis!" Helen'in güzel yüzü bir kan gölünün içindeydi adeta. Etrafta o kadar çok kan vardı ki sanki bir kişiden değil bir sürüden akmış gibi duruyordu kan. Hızla telefonunu çıkartıp yardım çağırırken biraz önceki çığlıklarına yakınlardaki öğrenciler toplanmaya başlamıştı bile. Kim, neden Helen'i öldürmek isterdi ki? | |
| | | Brian Spacious Adli Polis
Mesaj Sayısı : 14 Kayıt tarihi : 23/12/09
| Konu: Geri: Ölüm Soğukluğu Perş. Ara. 24, 2009 4:47 pm | |
| Sıkıcı bir öğlendi. Güneşin tepede parladığı o güzel günlerden birinde ofise tıkılıp kalmak henüz yirmi üç yaşını yeni bitirmiş bu genç adam için pek zevkli değildi. Bu şehre yeni atanmıştı. Aslında buraya gelmeyi kendi seçmişti çünkü sevgilisi onu bırakıp gittikten sonra yaşadığı şehir fazlasıyla acı vermeye başlamıştı. Evinde, sokakta, ofisinde nereye baksa onunla ilgili anılar canlanıveriyordu gözünün önünde. Annesi ve babasını daha çocuk yaşta kaybetmiş olmanın verdiği bir 'ölüme alışkınlık' olduğunu düşünüyordu kendisinde ama yoktu işte. Ölüme alışmak gibi bir şey asla yoktu. Gördüğünüz ölümler sadece birilerini bağlanmayı, sevmeyi zor hale sokuyordu o kadar. Onun dışında her gelişinde aldığı yine sevdiğiniz biriyse, aynı yıkımları, aynı acıları yaşıyordunuz. Annesi ve babası bir banka soygununda öldürülmüşlerdi Brian'ın onu teyzesi büyütmüştü aslında yaptığı tek şey Brian'a annesi ve babasından kalan parayı yemek olmuştu ya neyse.
Mesleğini seçmesindeki en önemli etken buydu işte. Suçlulardan nefret ediyordu Brian, kimbilir kendi hayatını mahvettikleri gibi başka kimlerinkini de mahvetmişlerdi. Çalışmadan çabalamadan başka insanların mal varlıklarına, canlarına kast eden bu insanlardan nefret ediyordu ve hepsinin kökünü kurutmak istiyordu. İşte bu yüzden şimdi belinde bir silahla bu masada oturuyordu. Adli polisler. Şehirdeki bütün suçlar yerel karakollardan sonra buraya iletilirdi, cinayetler, soygunlar hepsi burada bu adamların elinden geçerdi. Özel bir tim değillerdi, FBI kadar söz hakları yoktu ama burada Brian'ın grubunda bulunan herkes, alanlarında tam olarak uzmanlardı. Stella; çıtı pıtı görüntüsünün arkasında neredeyse bir kaplan yatıyordu, kıvrak zekası ile çoğu zaman kimsenin göremediği ayrıntıları görüp, onları mükemmel bir şekilde kullanıp, şeytanın ayrıntıda gizli olduğunu çoğu zaman kanıtlıyordu ekibe. Tim; iri yarı bir zenciydi, yakın temas da oldukça başarılı olmasının yanı sıra silah kullanımında da bir harikaydı. Ekibin başı gibi bir şeydi aslında Tim. Ama ekipte kendine en yakın bulduğu kuşkusuz Dwayne idi. Oda bu şehirde yabancıydı, Amerika'da öğrenimini tamamlar tamamlamaz İngiltere'ye gelmiş ve Brian'ın anladığı kadarıyla geçmiş yaşantısındaki herkes ile ilişkisini kesmişti. Neyden kaçtığını bilmiyordu ama bu özelliğiyle Brian Dwayne'i kendine çok benzetiyordu.
Bilgisayarın ekranındaki fotoğrafa mavi gözlerini sabitlemiş bakıyordu Brian. Aslında bu şehre gelmesi, ya da uzaya gitmesi... Farketmiyordu işte. Alex içinde yaşıyordu. Brian nereye giderse gitsin kalbi, aklı, anıları kendinde olduğu sürece onu hayatından çıkarıp atması imkansızdı. İşte bu fotoğraftaki gülen gözler bunun kanıtıydı. Alex'in hatıralarından kaçıyor gibi görünüyordu belki de ama öyle değildi. Kaçmıyordu, her saniye onu hatırlatacak bir şeyler görmek, yaşamak, duymak istiyordu. Alex'i unutmak istemiyordu, Alex'i kimsenin unutmasını istemiyordu. Küçük bir kızı kurtarmaya çalışırken ölen o polisi kimsenin unutmasını istemiyordu Brian.
" Brian, hazırlan. Göreve dostum, ne güzel olaysız geçecek bir gün sanmıştım oysa adiler boş durmuyorlar. Üniversite de bir genç kız cesedi, acele et Dwayne' de haber ver morgda değil her nerdeyse hemen olay yerine gitmesini istiyorum."
Tim'in sesi ile daldığı alemlerden çıkıp masasından kalktı. En üst çekmeceyi hızlıca açarak çağrı cihazını ve silahını aldı. Siyah keten bir ceketi üzerine geçirirken sorumsuz adli tıp elemanına olay yerinin adresini ve hemen gelmesini yazdı. Yavaş başlayan bir gün olmuştu ama öyle devam etmeyeceği kesindi.
Olay yerine geldiklerinde - ki kulisi andıran bir yerdi burası- üniformalı bir polis memuru Brian'ı ve Tim'i kızın bedeninin olduğu yere götürdü. Fazla kan vardı etrafta bedene bakınca göze çarpan ilk şey, kafasındaki yara iziydi ama büyük ihtimalle bunun yüzünden ölmemişti kız. Brian cesede doğru eğilip kızın bileklerindeki kesiklere baktı. " İntihar olması üzerinde durulmuyor değil mi?" üniformalı görevliye sorduğu soruyu Tim cevapladı. " Her olasılığı düşünmemiz lazım, ama pek intihar gibi durmuyor değil mi? Yani kim önce kafasını yarıp sonra bileklerini keser ki?" Mantıklıydı. Gözlerini tekrar cesede çevirdi. Uzun boylu, beyaz tenli ve bu hale getirilmeden önce güzel olduğu belli bir kızdı. Kızıl saçları kendi kanına bulanıp daha koyu bir renk almıştı ve bu neden olduğunu anlamadığı bir şekilde Brian'a çekici gelmişti. Cesedin başından kalkıp hala üniformalılarla konuşan Tim'in yanına gitti. " Adli Tıp geldi, Dwayne' i fırçalamak istersen cesedin başında. Ee elimizde ne var?" " Pek bir şey yok aslında. Cesedi bulan kızlar şunlar, Helen'in herhangi bir düşmanı olmadığını söylüyorlar. Fakat şu da var ki şurada gördüğün kızlar ise bu ikisinin Helen'i kıskandığını ve böyle bir şeyi yapmış olabileceklerini söylüyorlar. Yani elimizde şu anlık iki şüpheli var gibi." Brian kızlara baktı, korkmuşa benziyorlardı ve birisi çok kötü ağlıyordu. " Bunların bunu yapmış olacağını sanmıyorum ama insanlar içlerinde çok şey saklıyorlar öyle değil mi?" | |
| | | Eugen Dwayne Russell Adli Tıp Çalışanı
Mesaj Sayısı : 55 Kayıt tarihi : 17/09/09
| Konu: Geri: Ölüm Soğukluğu Perş. Ara. 24, 2009 9:13 pm | |
| Bip. Bip. Bip. Yatağının başında yanıp duran ve sesler çıkaran kayıt cihazı Dwayne'in gözlerini açmasına sebep oldu. Dün gece içkiyi fazla kaçırmış olacak ki çağrı cihazının yanındaki saat neredeyse ikiyi gösteriyordu. Mesaisinin saat dokuzda başladığı düşünülürse Dwayne emin adımlarla kendinin görevden alınması yolunda ilerliyordu. Eski yaşantısından kurtulmak için her şeyi geride bırakıp gelmemiş miydi buraya? Şimdi ne halt yemeye aynı Dwayne olmaya devam ediyordu ki? " Ah Dwayne ah. Sen gerçekten değişebileceğine inandın mı? Bu küçük bir çocuğun Noel babaya inanması gibi bir şey. Ama bir dakika sen şimdi Noel babaya da inanıyorsundur?" Raskolnikov, hayali arkadaşı, arkadaştan çok iç düşmanı yine çenesini kapatamamıştı. Dwayne bu arkadaşın gerçek olmadığını fark edeli zilyon sene oluyordu ama Raskolnikov hala oradaydı, bir türlü yok olmuyordu. Gerçek olduğunu veya hayal olduğunu düşünsün Dwayne hiçbir farkı yoktu. Raskolnikov ordaydı, hep orada olacaktı. Çocukluğundaki yalnızlığının, ezilmişliğinin ürünü olan Raskolnikov Dwayne'in hayatından hiç çıkmayacak gibi gözüküyordu. Doktorlar ise Dwayne'in onu orada tuttuğunu söylüyorlardı. Düşüncelerinin, kendinin bile giremediği derinliklerinde bir yerlerde, hala Raskolnikov'u tutuyormuş, onu azat etmek elindeyken etmiyormuş. Dwayne bunlara inanmıyordu. Kim isterdi ki günün yirmi dört saati kendini azarlayan, sinir katsayılarını yükselten ve ordan burdan çıkıp duran bir hayali arkadaş? Dwayne de istemiyordu işte. Doktorlar ne diyorlardı ki?
" Tabiki de inandım ve değişeceğim Rask sen her ne kadar bana inanmasanda ben kendime inanıyorum. Alkol ve kızlar dışında her şeyi hayatımdan çıkarmayı başardım, ve sanırım bir düzenli sevgili edinmek üzereyim. Alkolden kurtulduğum zaman bambaşka bir Dwayne göreceksin. O yüzden mızmızlanmayı bırak!" sesindeki siniri hissetmemek elde değildi. Raskolnikov bunu hissedince kahkaha attı ve " Bence sen mızmızlanmayı bırakta üstünü başını toparla bir. Eminim Tim bir sürü bağıracaktır." Raskolnikov Tim dediğinde kendisini uyandıran mesajı hatırladı Dwayne, çağrı cihazına uzandı ve Brian'dan gelen mesajı okudu. Üniversiteye gitmesi gerekiyordu. Acele etmesini, Tim'in sinirli olduğunu yazmıştı adam. Daha birkaç hafta önce masa başı rapor işleri Dwayne'in iken birden sahaya atamışlardı onu. Aslında bunu Tim sağlamıştı, çünkü Dwayne'in sorumsuzluklarının altındaki çalıştı mı yapan adamı görmüştü. Onu bu kadar çabuuk hayal kırıklığına uğratmak kötü olurdu. Bu yüzden bir daha böyle bir sorumsuzluk yapmaması gerektiğini kafasında bir yerlere yazdı. Bakalım kaç dakika içinde unutacaktı bunu? Raskolnikov'u dinlememeye çalışarak * kendi içinizde konuşan bir şeyden ne kadar kaçabilirseniz artık* on dakika içinde hazırlanmış ve evden dışarıya çıkmıştı.
Az rastlanan güneşli günlerden birindeydiler, biraz sonra yağmurun başlamayacağını kimse söyleyemezdi tabi. İklim değişikti işte böyle. Geliyorum demiyordu hiç. Yinede alışmıştı Dwayne, en azından Amerika'yı eskisi kadar çok özlemiyordu. Çevresi genişledikçe ve işe gitmek için kestime yollar buldukça kendisini buraya aitmiş gibi hissediyordu. Bilirsiniz bir şehrin ara sokaklarıdır o şehrin kalbi. Eğer ara sokakları öğrenirseniz şehirde sizi öğrenir. Ve yalnızlığa mahkum etmek kendinizi hiçbir zaman hiçbir şeye çözüm olmaz. Ne olursa olsun, insanın birilerine ihtiyacı vardır. Dwayne'de buraya geldiğinde öyle yaptı. Önce yolları öğrendi, sonra sokakları, sonra sokakların dilini. Ardından Raskolnikov'un verdiği yalnızlığı yardı. Arkadaş edindi, dost edindi. Sonunda bir şeyler düzgün gidiyor gibiydi. işte bu yüzden sevmişti burayı, yeni yaşamını. Evinin bulunduğu sokağı bitirip, köşeyi döndü ve olay yerine doğru gözden kayboldu.
Büyük bahçeyi hızlı adımlarla geçti. Konservatuarın olduğu yere gitmesi gerekiyordu. Bir ara kendide istemişti konservatuara gitmeyi, sonra neden vazgeçti kimbilir? Fakülteye vardığında olay yerini bulması zor olmadı. Meraklıları takip etmesi yeterliydi zaten. Kimlik kartını gösterip sarı bantların arkasına geçti. Çok büyük bir yer değildi, oyuncuların üstlerini değiştirmek için kullandığı kulislerin biraz daha büyük ve kullanışlı olanıydı. Şu lisede beden eğitimi dolapların olduğu odalar gibiydi. " Merhaba Stella." " Yeterince oyalandın bence Dwayne, ceset seni bekler." Stella kendisine göz kırpıp iki tane kızın yanına gitti. Dwayne'de Brian'ın başında diz çökmüş olduğu cesedin yanına. Çantasından eldivenlerini ve fotoğraf makinesini çıkarırken Brian hiçbir şey söylemeden yanından geçip giderken Dwayne'de cesedi incelemeye hazırdı. Kafasındaki darbe çok büyük değildi, yine de epey kan akıtmışa benziyordu. Ama bu yerde biriken gölümsü kanın nedeni bileklerindeki kesiklerdi. Bedenin farklı açılardan birkaç fotoğrafını çekti, başındaki yaranın ve bileğindeki kesiklerin. Daha sonra büyük ihtimalle kızın hızlı ölümüne yol açan kesiği göreceğine emin olarak boynuna sarılmış olan atkıyı kaldırdı. Bembeyaz atkı kanın etkisiyle yer yer kırmızılaşmıştı ama hala beyaz kalmayı başaran yerler vardı. Şah damarındaki derin kesiğin fotoğrafını çekerken, kızın kimi bu kadar kızdırdığını düşündürdü. Planlı bir cinayet olabilirdi ama aceleye gelmişti gibiydi. Özenli değildi pek. Atkıyı poşetlerden birine koyup kapattı. Olay yerinden adli tıbın erişebileceği başka delil yoktu. Ön raporu bu akşama sunabilirdi ama kapsamlı bir rapor için cesedin tam olarak incelenmesi gerekirdi. Stella , Tim ve Brian'ın yanına durduğu köşeye gitmek için cesedin başından kalktı. Görevlilerden birine " Götürebilirsiniz." dedi ardından gruba kısa bir rapor verdi. " Başındaki yara kendini korumak için çabalarken oldu büyük ihtimalle. Bu da akla kendinden güçlü birini getiriyor şüpheli olarak. İlk bakışta kolundaki kesikler ölümüne neden olmuş gibi, ama sadece onlar olsa belki bulunduğunda kurtulma şansı olabilirdi. Kuşkusuz ölümünü hızlandıran şey boynundaki derin kesik. Olay yerinde benim başka işim kalmadı." biraz önce cesedin durduğu yere baktı. Şimdi arkasında bir kan gölü bırakarak yok olmuştu. | |
| | | Isis Philippe Konservatuar Öğrencisi~Tiyatro Bölümü
Mesaj Sayısı : 68 Kayıt tarihi : 17/09/09 Yaş : 34 Nerden : Londra
| Konu: Geri: Ölüm Soğukluğu Cuma Ara. 25, 2009 9:25 pm | |
| Londra’nın kalabalık caddelerinden birinde yürürken, bir yandan da kendisine söylenip duruyordu. Böyle bir havada neden yürümeyi tercih etmişti ki? Güneş tam tepedeydi; son zamanların en sıcak gününün en sıcak saatleriydi. Yine de herkes bundan Isis kadar şikayetçi gibi değildi. Parklar da birçok insan vardı ve caddenin kalabalığı göz önüne alındığında belki de hala mutlu olunacak şeyler olabilirdi. Kendi hayatları içinde herkesin dertleri vardı; buna rağmen herkes gülüyor gibiydi. Ama şu sıralar Isis bunu görecek durumda değildi. Son günlerde gerçekten sinirleri bozuktu. Duyguları çok çabuk değişiyor, çok iyi gibi görünürken aniden sinirleniveriyordu. İkizi ona gerçekten destek oluyordu ama Issa bile ihtiyacı olan şeyi karşılayamıyordu. Isis’e gereken tek şey James’ti. Ondan başkasının bu durumu düzeltmeye gücü yetmezdi ve aslında James’te bunu düzeltebilecek son kişiydi. Bu şartlarda nasıl mutlu ve sakin olabilirdi? Üniversiteye yaklaştığında dersin başlamasına iki dakika kaldığını fark etti ve koşar adımlarla diksiyon dersliğine yöneldi. Sınıfa girerken telefonunun titrediğini hissetti; Issa’dan mesaj gelmişti. ' Oyunun müziklerine çalışacağım, erken gidiyorum. Dersin bitince sende gel provaya henüz iki saat var ama Helen'de gelecek, üçlü bir çalışma yaparız. Öptüm.’
- Dersten Sonra -
Derse kendisini çok fazla verememişti ama birazdan kendine geleceğini umuyordu. James’i düşünmediği zamanlar kısıtlıydı. Ancak sahnedeyken, o artık Isis olmaktan çıkıp farklı bir kişiliğe dönüştüğünde çıkıyordu aklından. Bu yüzden sürekli çalışmak istiyordu. Şu sıralar ikiziyle oldukça önemli bir oyunda rol aldıkları için zaten pek boş vakti kalmıyordu ki bu da işine geliyordu. Okula yaklaştığında sürekli onunla karşılaşacağını düşünüyordu ve başı önde yürüyordu. Şimdi de tiyatro salonuna doğru yürürken hızlı adımlarla ve çevresine bakmamaya çalışarak yürüyordu. Yaklaştığında ‘Müzik ruhun gıdasıdır.’ Sözünü kanıtlayan çellonun sesini duydu. Sessizce içeriye girdi ve ikizinin bitirmesi için on beş dakika kadar bekledi.
Kısa bir sohbetten sonra Helen’i bulmak için salondan çıktılar. Neden geç kalmıştı ki, Isis bir an önce başlamak istiyordu. Aslında bu oyun aşk üzerine yazıldığı için Isis bazen fazla duygulanıyordu. Daha değişik bir rol istese de böyle önemli bir oyunda yer almak onun için çok önemliydi. Böyle bir şeyi geri çevirmesi söz konusu bile olamazdı. Zamanla bu duruma alışacağını ve kendisini yatıştıracağını umuyordu. Yürürlerken yine bir şeylerle oyalanmak için telefonuyla uğraşmaya başladı. Birkaç dakika sonra Issa’nın sesiyle durdu ve kendisine geldi. " Aman Tanrım! Ulu İsa adına Isis!" Başını kaldırmasıyla şoka uğraması bir oldu. Ağzından yalnızca fısıltı şeklinde “ Olamaz.” Kelimesi çıktı. Issa telefona sarılmış yardım çağırırken o hala şok içinde Helen’e ve daha çok çevresinde ki kan gölüne bakıyordu.
Issa telefonu kapatıp yanına geldiğinde ikisinin de gözlerinde yaşlar birikmişti. Isis ona döndüğünde ikisi de göz yaşlarını serbest bıraktılar. Evet, bazen Helen’i kıskandıklarını ikisi de biliyorlardı ama bu aynı şey değildi. Onu seviyorlardı ve aslında Helen’in yerinde düşmanları bile olsa yine ağlıyor olurlardı. Sonuçta gördükleri manzara üzücü olmanın yanı sıra gerçekten dehşet vericiydi. Her yanına kan bulaşmış, dudakları morarmıştı. Helen’in düşmanı falan yoktu, bunu kim yapardı ki? Helen’in kendisini bu hale getirmeyeceğinden zaten emindi. O kesinlikle öldürülmüştü ama her şey gerçekten saçma görünüyordu. Hala cesede yakın bir yerde duruyorlarken arkadaki kalabalığa yol vermelerini söyleyen sesleri duydu. Sonunda birileri gelmişti. “ Lütfen, geriye çekilir misin? ” Son söylenenin kendilerine olduğunu anlayınca birkaç adım attılar. Cesedi inceledikten sonra az önce onlarla konuşan adam yanlarına geldi. “ Cesedi siz mi buldunuz? ” Isis hafifçe başını salladı. Adam arkasından gelmelerini işaret edip kalabalığı bir kez daha yararak onları daha sakin bir yere götürdü. | |
| | | Lily Jaylene D'arc Adli Tıp Çalışanı
Mesaj Sayısı : 8 Kayıt tarihi : 12/12/09
| Konu: Geri: Ölüm Soğukluğu C.tesi Ara. 26, 2009 4:52 pm | |
| “ Bu konuyu daha fazla tartışmasak, anne? ” “ Sen bundan vazgeçene kadar konu kapanmayacak. Burada kalıyorsun, Lily. ”“ Yeter artık. Ben çıkıyorum. Biraz daha geç kalırsam beni kovmaları garanti olacak. ”
Lily oflayarak evden çıkarken annesi hala söylenmeye devam ediyordu. Sürekli tartışmaktan bıkmıştı ve artık tek başına yaşamak istemesinin en önemli nedeni buydu. Annesinin karşı çıkacağından adı gibi emin olsa da bu kadar uğraşabileceğini o bile düşünememişti. Neden bu kadar inatçıydı ki bu kadın? Bir kez olsun kendi düşüncelerinin yanlış olabileceğine inanmıyordu. Her neyse bu defa onu dinlemek istemiyordu. Ömrünün sonuna kadar annesinin dizinin dibinde oturmayacaktı. Hayallerini yavaş yavaş gerçekleştiriyordu ve bu konuda kimse onu engelleyemezdi. Önce istediği üniversiteyi kazanmış, iyi bir dereceyle okulu bitirmişti. Şimdi iyi bir ekipte adli doktor olarak görev yapıyordu. Hızlı adımlarla merdivenden inerken bir yandan ceketini giymeye çalışıyordu. Gerçekten gecikmişti ve bu sık yaptığı bir şey değildi. En azından bu yüzden affedilebilirdi. Audi A3’üne binip gaza bastı. Bu sıkışık trafikte daha hızlı gidebilmenin bir yolu olsaydı keşke. Işıklarda durdu ve Gun’s N Roses-Don’t Cry melodisiyle çalan telefonunu açtı. “ Nerede kaldın, J. Tim seni soruyor. ” “ Kusura bakma, Stella. Geliyorum. En geç yarım saate oradayım.” Telefonu kapattı ve tekrar gazı köklerken, arkada ki korna çalan arabanın şoförüne sessizce küfretti.
Ekibe son gelen o olmasına rağmen uyum sorunu yaşamamıştı. İlk geldiğinden beri en yakın olduğu kişi Stella’ydı. Gerek günlük hayatta gerekse iş yerinde çok uyumluydular ve birçok kişi onların çalışmalarından oldukça memnun kalıyordu. Brian ile çalıştıklarında da iyi sonuçlar çıkıyordu. Aslında iyi arkadaşta olabilirlerdi ama Brian biraz içine kapanıktı. Lily de ona saygı gösterip iş dışında yakınlık göstermemişti. Ekibin başı Tim’di. Belki biraz fazla otoriterdi ama Lily’nin istediği çalışma şekli buydu. O da her daim dakik ve işle alakalı olmayı seviyordu. İş yerinde onu rahatsız eden tek kişi Dwayne’di. Aslında hoş bir çocuktu ama kadınlarla fazla ilgiliydi. Tabii Lily ile de. Ki iş hayatı ya da günlük hayat ayırt etmeksizin ilgisini saklamak için hiçbir çaba sarf etmiyordu. Neredeyse ofise vardığında çağrı cihazı çalmaya başladı. Stella konservatuardaki bir cinayet nedeniyle hemen oraya gitmesini istiyordu. Hızla ters istikamete doğru ilerlemeye başladı. Bu mesleği seçmesinin sebebinden tam olarak emin değildi. Belki de şiddeti sevdiği içindi. Her zaman şiddete eğilimli ve soğuk biri olmuştu. Annesi ara sıra ondan korktuğunu söylerdi ve bu Lily’ye her zaman saçma gelmişti. O bu soğuk ve şiddetli kişiliğiyle bir suçlu değil, suçlularla savaşan biri olmuştu. Bazen cesetleri incelerken katillerin yöntemlerine hayran kaldığını itiraf etmeliydi. Yine de asla takdir etmiyordu. Cinayet adaletsizliğe eşitti ona göre.
Arabasını üniversitenin bahçesine park etti ve koşar adımlarla içeri girdi. On dakika içinde olay yerine ulaşmayı başarmıştı. Bağırarak kalabalığın içinden geçti. Dwayne ileride cesedin başındaydı. “Adli tıp.” Dedi kimliğini gösterirken. Dwayne ekiptekilere ön bilgileri anlatıyordu. “ Üzgünüm, Dwayne. Çok geciktim.”
En son Lily Jaylene D'arc tarafından Paz Ara. 27, 2009 4:44 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | Eugen Dwayne Russell Adli Tıp Çalışanı
Mesaj Sayısı : 55 Kayıt tarihi : 17/09/09
| Konu: Geri: Ölüm Soğukluğu C.tesi Ara. 26, 2009 11:42 pm | |
| Konuşmasını tamamlar tamamlamaz arkadaşlarının yanından ayrılmıştı. Çünkü Tim'in sinirle bakan gözleri, yine gereksiz bağrışmaları getireceği benziyordu. Bunu burada yapmayacaktı elbette ama iğnelemelerini de çekemezdi. Sedyeye yerleştirilmiş kızın başına dönerken eldivenlerini elinden çıkarıp çantasından kalem ve bir form çıkarttı. Formda maktülün adı, yaşı, ilk bulunduğundaki durumu, ilk düşünceler vs. gibi ıvır zıvır sorular vardı. Hiç gerek olmadığı halde bunu cesedin başında sanki inceliyormuş gibi dururken doldurmayı seviyordu Dwayne. Küçükken izlediği, özendiği filmlerden ileri geliyordu bu. " Ne dersin Dwayne elimizdeki şüpheliler nasıllar?" Brian'ın sesi ile başını formdan kaldırdı. " Şüpheliler mi? A evet şu ikizler. Ne yalan söyleyeyim herkesin ağzının suyu akar onları görünce. Çok güzeller." belki bir cesedin başında kahkaha atmak başkaları için tuhaf kaçardı ama söz konusu Dwayne olunca hiç de tuhaf olmuyordu. " Bence Helen'de süpermiş yazık olmuş." " Yapma şunu Dwayne, şüphelilere bir bak ve fiziksel açıdan bunu yapabilmelerinin oranını söyle." Brian'ın sesindeki sinir açıkça belli oluyordu. Dwayne Brian'ı severdi aslında, başka bir şehirde buraya atanmıştı, genellikle kafa çocuktu fakat biraz fazla, nasıl desem ki? Biraz fazla üzgündü. Evet evet. Üzüntülü, Brian için söylenebilecek en uygun kelime buydu. Bazen bir noktaya dakikalarca bakabilirdi. Ya da en ufak bir şeyden hüzünlenip sessizleşirdi. En dişli olduğu anlar ise bu dakikalardı işte. Cinayet. Bir cinayetin sorumlusunu bulmak için Brian kadar istekli olan bir polis daha göremezdiniz. Resmen bütün davalara kişisel yaklaşıyordu. Dwayne bunun iyi mi kötü mü olduğunu hala kavrayamamıştı. " Eğer tek tek ele alırsak tipleri fazla minyon gibi, ikisi beraber yapmış olabilir. Cesedi tam incelemeden bir şey söyleyemem ama bunların katil olduğu yönünde benim oyum eksi yönde olurdu büyük ihtimalle."
Tekrar önündeki kağıda döndüğünde Lily'in sesi geldi kulağına daha tek kelime bile yazmadan yeniden kaldırdı başını. " Geç kalmak biz adli tabiplerin bir özelliği sanırım, ikimizde azar yiyeceğiz. Öğrencilik yıllarındaki gibi çok sinir bozucu, ha?" sırıtarak Lily'e dikmişti gözlerini. Buraya geldiğinden beri bu kızı çözememişti Dwayne. Lily'ini de Dwayne'i pek sevdiği söylenemezdi zaten, bu yüzden Dwayne eskisi kadar üstüne düşmüyordu kızın. Zaten son zamanlarda öğrendiği bir şey varsa, oda; iş arkadaşları ile beraber olunmaması gerektiği idi.
" O senin bir özelliğin olmasın? Ben daha önce hiç geç kalmadım o yüzden Tim'in şimdi sorun edeceğini sanmıyorum. Ee, bana söyleyebileceğin ne var?"
Lily'inin suratına boş boş baktı. Bu kadar sinir bozucu olmak için özel bir çaba harcayıp harcamadığını çok merak ediyordu. O sinir bozuyorsa Dwayne'de sinir bozacaktı. " İlk bilgileri öğrenmesende olur bayan geç kalmaz. Otopsiyi beraber yapacağız zaten erken gitmek istersen biz seni boşuna olay yerinde tutmayalım." yüzüne yaydığı gülümsemesi ile meydanı Lily'e bıraktı. Her an Dwayne'i dövecekmiş gibi duran görüntüsünün altında bu atışmalar her zaman çok zevkli geçerdi. | |
| | | | Ölüm Soğukluğu | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |